TEKEL

Tekel, inhisar, monopol demek. Ekonomik olarak bir malın tek elden üretimi, dağıtımı ve satımı. Böyle olunca, o malın fiyatını ve kalitesini o malı üreten belirler.

26 Şubat tarihli “İhyâ” başlıklı yazımda, dinin cemaatlerin tekeline verilmemesi gerektiğini söylemiş; din, cemaatlerin tekelinde olunca ekonomik ve siyasi ranta dönüşüyor demiştim. ‘Din, cemaatlerin tekelinde değil ki’!, diye itirazlar geldi. Din, elbet Allah’ın “tekelinde” ama bizim dini algılama ve anlama biçimimiz, süratle cemaatler eliyle tekelleşmeye doğru gidiyor ve cemaatler, kendi din anlayışlarını tekel gibi bu topluma dayatıyorlar; dindeki “anlam zenginliğini ve çeşitliliğini” azaltıyorlar; üstüne üstlük farklı ve işe yarar anlamaları da küfürle itham ediyorlar.

Rabbimiz, her insanı farklı farklı yaratmış ama her insana “aynı din anlayışını” dayatmış olabilir mi?!.

Din, Kitâb’ta “aynı, sabit ve değişmez bir şekilde” durur ama o dini Kitâb’tan okuyan herkes, onu kendi “algı, bilgi ve anlayış seviyesine göre” anlar, algılar. Kimse kimseye din anlayışını dayatamaz, sadece (o) dinden ne anladığını söyler. Kimsenin din anlayışı ilelebet bâki ve geçerli değildir. Kişilerin kendileri çaba göstererek dinlerini kendileri anlamalıdır; dinî sorumluluk kişiseldir. Bu anlamayı yaparken elbette geçmişte bu din nasıl anlaşılmış (algılanmış) diye de bakılır/bak(ıl)malı ama Efendimizin din anlayışı hariç, hiçbir anlayışa, algılayışa körü-körüne bağlı kalınmamalı; o anlayışlar “kutsallaştırılmamalı.”!. Dinin (kendisinin) her çağa; ‘Efendimizin din anlayışının’! da Onun yaşadığı çağa özgü olduğu gözlerden uzak tutulmamalı. Kelime-i Şehâdet’in ikinci kısmındaki (ve eşhedü enne Muhammed’en abduHû ve RasûlüHû) abd (kul), Rasül’den (Elçiden) öncedir. Din, hiçbir abdın (kulun) tekelinde olamaz; Hz. Âdem’den bugüne aynı din geçerlidir; her Peygamber (Elçi), aynı dini (İslâm’ı = Allah’a teslimiyeti) tebliğ etmiştir. (22/78.) ve her çağda bu din o çağın ruhuna uygun algılanmış, anlaşılmıştır. İçinde yaşadığımız çağda, bu dini orta çağın ruhuna uygun algılarsak, ayaklarımızın altındaki halı (= zemin) kayar, yok olur. Bugün cemaatler ve tarikatlar (ve de mezhepler) büyük ölçüde bunu yapıyorlar; dini bugüne, bu çağa taşımamakta ısrar ediyorlar; taşımaya çalışanları da hedef tahtasına koyuyorlar. 

Ayıptır, günahtır, el-insaf!... aklımızı bin yıl önce yaşamış insanlara ve ekollere/okullara tâbi kılarak ve cemaat liderlerimize kiraya vererek sorumluluktan kaçamayız. Yarın, çook pişman olabiliriz. Tamam, taklit bir yere kadar gereklidir/şarttır ama hep/sürekli taklit kişiyi “mukallid ve uydu” yapar. Tamam, herkes derin dinî eğitim alamaz, büyük çoğunluk (ahali) âlimlere (müctehidlere) uyar ama âlimler de geçmişi taklid ederlerse bir arpa boyu yol alamayız. Her âlim, talebesini kendisini geçecek şekilde yetiştirmelidir. Bizim “çağdaş âlimlerimiz”, bırakın bugünden ileriye bakmaya (= kemâle), hep geriye bakıyorlar ve bitürlü kendilerini geliştiremiyorlar.

‘Bizim oğlan bina okuyor, dönüyor dönüyor gene okuyor.’ Allah akıl versin!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET