ONTOLOJİ ve FİLOLOJİ

Ontoloji, varlıkbilim; filoloji, dilbilim.

Varlıkbilimde büyük V ile yazılan Varlık, varlığın tümünü; küçük v ile yazılan varlık, tek tek varlıkları “gösterir.”!. Mutlak Varlık Olan Tanrı, ontolojinin konusu değildir!.

Dinde (yaratılmış) V/varlık, gayb ve şehâdet olarak adlandırılır. Dil = dilin kelimeleri ve cümleler (söz, metin, kitap) V/varlığı “işaret” ederler. Dinin Kitâb’ı bunlara “âyet = işaret” der; âyetler de muhkem ve müteşâbih olarak ikiye ayrılır. (Sanki!) muhkem âyetler, şehâdet, somut (duyular) âlemine; müteşabih âyetler de, gayb, soyut (akledilir) âleme işaret ederler.

Dil, varlığı insana, insanın zihnine (kalbine değil!) taşır. Wittgenstein, “dil, varlığın evidir.” demişti. Âdem’e (= insanoğluna), “isimlerin öğretilmesi”, varlığın bilinmesi içindi. Varlığa ismi, Âdem (= insanoğlu) koyar. Her dilde varlıkların ismi değişiktir. Dil, insanî ve toplumsaldır. İnsan, dille varlığı öğrenir ve öğretir. İnsan/oğlu, varlığa isim koyarak onu zihnine taşır ve başka insanlara da aktarır.

Dil, varlığın niteliğine (keyfiyetine), niceliğine (kemiyetine), neliğine (mahiyetine, ne olduğuna), nedenliğine (maddî illetine/sebebine), niçinliğine (gâî illetine/gayesine, niçin var olduğuna ya da edildiğine), zaman ve mekândaki durumuna/hâline = dününe, bugününe ve geleceğine dairdir. Dildeki isimler, sıfatlar, zamirler, zarflar ve kipleri ile fiiller bu işi yaparlar. Ama, yaratılan V/varlık eksik olduğu için dil de o eksik V/varlığı eksik “betimler, tanımlar.”!.

Dilin, dildeki kelimelerin düz ve literal anlamı somut varlığı bile tam karşılayamaz. Nasıl, tek tek varlıklar birbirleriyle ilişkili iseler ve düzenli bir şekilde büyük Varlığı oluşturuyorlarsa; dildeki kelimeler de birbirleri ile ilişki kurarak (gramerle) dili (lisanı) oluştururlar. Nasıl, varlıkta somutluk-soyutluk varsa, dilde de vardır. Dildeki kelimelerin düz (literal) anlamları somutluğa; sembolik ya da metaforik anlamları da soyutluğa delâlet eder. Dilde delâlet bahsi, kelimelerin neye ve hangi anlama işaret ettiği ile ilgilidir.

Dil, hem insanların kendi arasındaki hem de insan-Tanrı, Tanrı-insan arasındaki iletişimin aracıdır.

Kelâm (= söz, cümle), söyleyen (yazan) ile dinleyen (okuyan) arasında aynı “şeye” delâlet ediyorsa, doğru anlatma ve doğru anlama (= anlaşılma) gerçekleşir ama bu durum hiçbir zaman %100 mümkün olmaz. Kişiyi, sadece kendi ve %100 Rabbi anlayabilir.

...

Pekiî, kişi Rabbini nasıl anlayabilir?!.

...

Rab, bizimle “Kendi Dili” ile değil de bizim dilimizle konuşur. Kitâb’ını (Ondaki Sözlerini/Kelâmını) Arap toplumuna, o toplumun dili ile, o toplumun içinde yaşayan Elçinin (Hz. Muhammed a.s.’ın) dili ile indirmiş, onlarla Arapça konuşmuştur; daha önce de başka dillerde (İbranice, Âramice vb.) konuşmuştu... O, bunu biz anlayalım diye yapar; indirme = inzâl budur ama biz, konuştuğumuz dili “dondurursak, yukarı taşıyamazsak”, O’nu anlamakta zorlanırız; O, konuştuğumuz dilden, o dilin yetersizliğinden yola çıkarak ama o dili de kullanarak O’nun işaret ettiği = gösterdiği sonsuz ufuklara, anlamlara doğru yol almamızı, kanat açmamızı ister; âdeta bize yukardan bir “ip ya da merdiven” salar. (Hablullah ve Mi’rac). Kitâb’taki (Kur'ân’daki) sembolik ve metaforik anlatımlar ve remizler (alegoriler, müteşabih âyetler) Allah-u A'lem bunun içindir. 

Rabbimiz, bizim bu eksik V/varlığın (âlemin) ve dilin hapishanesinde esir kalmamıza razı olmaz; bizi Kendine çağırır.

Elhamdülillah. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET