İHYÂ

İhyâ, “yeniden” hayat verme, canlandırma.

“Ölü olan” canlandırılamaz; ölüleri diriltmek, sadece Allah’a mahsustur. Hz. İsâ (a.s.)’ın ‘ölüleri diriltmesi’, Allah’ın izniyledir. (5/110.)

Ben bu kısa notta, “İslâm’ın (Dinin) İhyâsı Meselesini” ele alacağım. Tarih boyunca konu “mesele” olarak görülmüş; Gazâlî İhya’yı yazmış, İkbal, buna “inşâ” demiş (İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden İnşâsı), vs... mübarek gün ve gecelerin ihyâsı da benzer şekilde kullanılmıştır. Esasen buralardaki kullanımlardan kasıt, “bilinç inşâsı veya ihyâsıdır.”; ne İslâm yıkılmıştır (ölmüştür) ne de onun ihyâya ve (yeniden) inşâya ihtiyacı vardır; ölen ve yıkılan bizim bilinçlerimizdir; bu bilinçlerin (Ed-Dîn olan), İslâm’la ihyâya ve (yeniden) inşâya ihtiyacı vardır.

Bu nasıl olacaktır?!. Ed-Dîn olan İslâm, nasıl doğru anlaşılacaktır?!.

1) Ed-Dîn olan İslâm, hiçbir cemaatin tekeline verilmeyecektir.

2) Ed-Dîn olan İslâm, kendi içinde bölünmeyecek, ona bir “bütün” olarak bakılacaktır. O, iman (akîde), amel (hayat) ve ahlâktır. Onun, bireye, topluma, ekonomiye, siyasete (= hayata) ve âhirete dair söyledikleri bir bütündür.

3) Onun “en iyi anlayanı ve uygulayanı” Efendimizdir. O, Onu “o gün yaşanan hayata” uygulamış, bize örneklik = rol modellik etmiş (üsve-i hasane); biz de Onu bugün yaşadığımız hayatlara uygulayacağız.

4) Dünde “yaşanan İslâm” yaşanmış ve “ölmüştür”! (= Onu o gün yaşayan insanlar yaşamış ve ölmüştür); Ed-Dîn olan İslâm evrenselse, ki evrensel, her çağda yaşar/yaşıyor ama biz Onu yaşadığımız çağın imkân ve şartlarına uygulayamadığımızdan (yanlış anlaşılmasın, uyduramadığımızdan demiyorum!), Onu ihyâ ve yeniden inşâ edeceğimizi zannediyoruz. Oysa, Onun (İslâm’ın), hayatı kuşatıcı ilkelerini doğru anlarsak, ortada ihyâ ve inşâ gibi bir problem/mesele de kalmaz. 

Nedir o ilkeler?!.

Tek ve Yek (= Bir) İlâh’ın Varlığının ve aktifliğinin kabulü = Ulûhiyet. 

O İlâh’tan gelen ilkelerin (= yasaların = emir ve yasakların) bir Elçi ile bize ulaştırılması = Nübüvvet. ve 

Bu yasalara uyanların mükâfat, uymayanların ceza alacağına dair inanç = kabul = Mead. 

Aradaki boşlukları, her insan ve toplum kendi imkân ve şartlarına (akıl/anlayış, coğrafya/iklim, vs.) göre doldurur ve kimse kimseyi, içinde bulunduğu şartları dikkate alarak “suçla(ya)maz.”!. Afrikanın çöl şartlarında yaşanan İslâm’la, buzullarda yaşanan İslâm aynı olmaz (dikkat!, yaşanan İslâm diyorum, İslâm demiyorum); zenginin (varsılın) İslâm’ı ile fakirin (yoksulun) İslâm’ı aynı olmaz... ama Ed-Dîn olan İslâm, tektir; o İslâm’ın her fertteki karşılığı farklı tezahür eder; İslâm, Onu kabul eden Müslümanlarda “gözükür”; O (İslâm), Müslümanları bir “zamk gibi” birbirine bağlar = cemaat/toplum oluşturur ama herkesi tek-tipleştirmez, hiçbir Müslümanı cemaat/toplum içinde eritmez, yok etmez; O (= İslâm), sorumluluğu fertlerin üzerinden alıp da topluma veya cemaate transfer vermez. Cemaat taassubu, İslâmî Ruhu öldürür; nitekim Efendimizin vefâtından daha 25 yıl bile geçmeden hortlayan “asabiye”, ki o da küçük cemaat = kavim taassubudur, bu Ruhu “öldürmüştür”!. İhyâ olacaksa, bu taassuptan uzak durmak, vazgeçmek gerekiyor.

“Onlar, Allah’ın yanı sıra Hahamlarını, Rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Oysa onlar, bir tek olan İlâh’a (= Allah’a) kulluk etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” 9/31.

Bu din, Meryem oğlu Mesih’in (İsâ a.s.), Abdullah oğlu Muhammed (a.s.)’ın, (İbrâhim ve Mûsâ a.s.’ların) “tekelinde bile değildir”; kaldı ki Hahamların, Rahiplerin (= din adamlarının) tekelinde olsun!...

Din, belli bir cemaatin (grubun, mezhebin vs.) tekeline girince (ekonomik ve siyasi) ranta dönüşüyor ve bu rant da dinde (= dinî düşüncede = din anlayışında) ayrışmaya (bölünmeye) sebebiyet veriyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET