TARİH

Tarih : Geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayların zaman, yer (mekân) ve sebepleri ile kayıt altına alınması ve günümüze aktarımı ile uğraşan bilim. Tarihçi, bu bilimle uğraşan ve yaşanmış olayları kaydeden kişidir; Farsça vak’anüvis, vak’a, olay; nüvis, yazan/kayıt tutan. Tarihçilik yapmakla felsefî tarih okuması yapmak aynı değildir. Felsefî tarih okuması, tarihe bütüncül bakabilmek ve oradan bugüne ışık tutabilmektir.  

Tarih, aynen tekerrür etmez. Tarihte yaşanan olaylar, bize ders/ibret almak için aktarılır. Yaşanan ve yaşanmakta olan her olayın kendine has/özgü siyasî, sosyal, ekonomik, psikolojik, coğrafî vb. şartları vardır; tarihte yaşanan bir olay aynıyla bugün tekrar yaşanmaz ama geçmişte (= tarihte) yaşanmış olaylardan dersler çıkarılır; neden “başarılı ya da başarısız” olunmuş buna bakılır ve ibret alınır...

İslâm (Dinler) Tarihinde de, Peygamberler Tarihinde de (Siyerde de) benzer (= aynı!) durum geçerlidir.

Din ile (= Dinin kendisi ile) o gün yaşanan dinin tarihini, bir ve aynı tutmamak gerekiyor; (İslam söz konusu olunca) Din, tarih-üstüdür (Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e aynıdır) ama o gün (Hz. Âdem,... Hz. Muhammed devrinde) yaşanan din, o günün şartlarında hayat bulmuş = yaşanmış bir dindir; o yaşantılar, aynıyla = motomot bugüne taşınamaz. Bu, dinin işlevinin sona erdiği anlamına aslâ gelmez; aksine, o gün yaşanan din, o günün hayatına; bugün yaşanan din, bugünün hayatına etki eder; dini, yaşanan hayatlar dinamik/canlı kılar; aksi hâlde kitaplardaki (tarihteki) din, “ölüdür.”!.

Pekiî, Peygamberlerin, özellikle son Nebî’nin örnekliği (= usve-i hasene oluşları) nasıl gerçekleşir?

Sünnet algımızı, Sünnetullah algımızla uyumlu kılarak. 

Sünnet, Efendimizin pratiği, hayatı/yaşayışı (= söz ve davranışları); Sünnetullah, Allah’ın insan, toplum ve tarihe (= hayata) koyduğu yasalar, kurallar, (dînî, ahlâkî) ilkelerdir.

Bu ilkeler, Kitâb’ta teorik (= kural/yasa) ve pratik (yaşayış) olarak (= Peygamber Kıssaları şeklinde) kayıtlıdır. Bunları bugünün yaşanmakta olan hayatına tatbik ederek, yaşanan bu hayatları ya dönüştürmek ya da değiştirmek için çaba sarf ederiz; günün dindarlığı budur. Efendimiz ve tüm Elçiler, bu ilkelere uygun olarak yaşadıkları hayatı (= zamanı ve mekânı) hem dönüştürdü hem de değiştirdiler.

Bizler, bugün yaşamakta olduğumuz hayat/larımız/ı o gün yaşanan hayatların aynısı yapamayız; şartlarımız ve imkânlarımız aynı değildir.

Ne yapabiliriz?

Yaşadığımız hayatı, o hayatlardaki dînî = ahlâkî ilkelere uygun hâle getirebiliriz. Bunların en başında, en toparlayıcı ve en düzenleyici ilke olarak Tevhîd, sadece Allah’a kulluk = Lâ ilâhe illâ Allah gelir; sonra Nübüvvet = O ilkeleri getiren Elçi ve Onun/Onların getirdiği Kitâb/lar; sonra da Hesap = Mead; diğerleri bu üç ilkenin türevleri, tamamlayıcı unsurlarıdır.

...

Bizler, yaşadığımız bu hayatta, çağın Nemrut’larını, Firavun’larını, Ebû Cehil ve Leheb’lerini ve putlarını bulmadan ve onlar karşısında tevhidî bir tavır takınmadan, Efendimizin suyu üç yudumda içmesini; sarık sarmasını, vb. örnek alırsak; dinin özünü kaybetmiş ve onu şekle indirgemiş oluruz.

Bütün Elçilerin ortak davası, insanların Allah dışında (soyut-somut) bir varlığa kul olmaması/yapılmaması davasıdır = Lâ ilâhe illâ Allah’tır.

Tarihten bu ders alınamıyorsa, Din de Dinler/İslâm Tarihi ve Peygamberler Tarihi/Siyer de anlaşılamıyor demektir.

Yanılıyor muyum?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET