DİNDARLIKTA UYUM ve UFUK

Din, hayatı (= içeriyi ve dışarıyı) düzenler. Her dinin bir iç yapısı (özü), bir de dış yapısı (şekli) vardır. İç yapı (= öz), muharrik gücü; dış yapı, kurumları belirler. Kurumlar (dış yapı), dinlerde benzeşebilir. Dinleri birbirinden ayıran, iç dinamikleri, iç yapılarıdır; buradan bakınca (hak-bâtıl) bir sürü dinden söz edilebiliriz. 

İlâhî dinin (= İslâm’ın) iç yapısı ile dış yapısı uyumludur. Onun iç yapısında Tevhîd (= Lâ ilâhe illâ Allah, Muhammed’ür Rasûlüllah) vardır; dış yapısı da buna = bu Tevhîd’e göre şekillenir. Hz. Muhammed (a.s.) M/610 ilâ 632 yılları arasında bu dinin iç-dış uyumunu, içinde bulunduğu şartlara ve imkânlara göre “tam uyumlu”! hâle getirmiştir. Bizler bugün bu iç yapıyı dış yapıya; dış yapıyı iç yapıya uyumlu kılmakta zorlanıyor, uyumlu hâle getiremiyor, sürekli savruluyoruz.

Dış (kurumsal, şeklî) yapı, bireysel bazda sakal-sarık, çarşafı, vb.; toplumsal bazda aile kurumunu, insan ilişkilerini; ekonomik ve siyasî kurumları (banka, parti, dernek, vakıf vb.), eğitim kurumlarını (okullar, üniversiteler vb.) oluşturur. Bu kurumlar, diğer dinlerin (ideoloji ve sistemlerin) kurumları ile benzerse/benzeşirse, özle (= iç yapıyla) uyum/un/da sorun/lar var ve mevcut bilgilerimiz Tevhîd’den güç almıyor; farklı ise, özü (iç yapısı) farklı (iç dışa ve Tevhîd’e) uygun ve özgün demektir.

İslâm’da iç, iman; dış, ameldir. Kurumlar (dış yapılar), imana uygun oluşturulursa, ameller de sâlih olur; kurumların (dış yapıların) imanla bir bağlantısı yoksa, o kurumlar da bâtıl olur.

Kurumlar, iç yapı ile bağlantıları ve uyumları oranında, islâmîdirler.

Çoğu (sosyal, siyasî, iktisadî ve eğitim) kurumumuzu ithal ettiğimiz için İslâm’la (özle) bağlantımız kopuk ya da yok.

İçin dışla (imanın amelle, özün kurumlarla/şekille) bağlantısını kuran, ilimdir. Kurumlarımız, dışardan bakınca, “ne olduğu belirsiz ya da başka bir öze yakın” duruyorlarsa; başka bir deyişle öze uygun düzgün kurumlar oluşturamıyorsak, özde/özümüzde (= imanımızda) bir problem var demektir.

Sâlih eyleme (amele/işe, kurumsal yapılara) dönüşmeyen iman, pasif, güçsüz/enerjisiz bir imandır ve sâlih değildir.

Siz bu durumu (= iman-sâlih amel okumasını), (kelimelerin başına El takısı koymadan!) zâhir-bâtın şeklinde de okuyabilirsiniz. Zâhir, görüntü; bâtın, o görüntüye dinamizm veren iç güçtür, imandır. Bu okuma, evvel-âhir şeklinde de yapılabilir.

İç-dış (iç, dışla; dış, içle) tam uyumlu olursa, ortada iç-dış, evvel-âhir, zâhir-bâtın farkı/ayrımı kalmaz. Bir kimsenin (toplumun ve sistemin) ‘içi-dışı birse’!, o kimse (toplum, sistem) güvenilir (= mü’min) ve dürüsttür.

Bize İslâm’ın çizdiği ufuk, koyduğu hedef budur.

“O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır, her şeyi Bilen’dir. (Her şeye Kâdir’dir.) = Hüve’l Evvelü vel Âhıru vez Zâhiru vel Bâtın, ve Hüve bi külli şeyin Alîm.” (57/3.)

Dinde (= dinin kendisinde = İslâm’da) bu uyum ve bu ufuk vardır ama biz, dindarlığımızda (dînî tecrübemizde) bu uyumu bir türlü yakalayamamaktayız. Bu uyumu ve ufku yakalamazsak, sittin sene “rahat”! edemeyiz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET