ELMANIN TADI

Elmanın, armudun, muzun, karpuzun... tadı. 

Elmayı bilmekle tatmak aynı şey değil.

Tat, damaktan, dilden beyne ulaşan sinirlerle oluşur; elma bilgisi ise, gözle, sözle...

Beyin ile zihin aynı şey değil; beyin, et; zihin, bilinmiyor. Tat, beyinde = ette (dilde, damakta) oluşur ama tat hissi zihinsel/ruhsaldır; beyin, beden; zihin, ruhtur; tadı zihin hisseder. Hisler de (= duygular da) zihinseldir, duyular da. Görme, duyma, koklama, tatma, dokunma (hissetme); gözle, kulakla, burunla, dille ve elle olur ama beyin işlevsel/aktif olmazsa, hiçbir duyu ve duyum gerçekleşmez; beyni aktivite eden ruhtur; ölü = ruhsuz adam bişey hissedemez, tadamaz. 

“Onların gözleri var, görmezler; kulakları var, duymazlar; kalpleri var, anlamazlar; onlar hayvanlar gibidir; belki de daha aşağı (= edall).” (7/179.)

Herkes, her şeyden aynı tadı almaz. 

Herkes, her dokunduğunda/n aynı hissi duymaz. Anneye dokunma ile sevgiliye dokunma aynı değildir.

Herkes, okuduğu metni (= kitabı) aynı şekilde anlamaz.

Herkes, bir olay/hâdise, bir konu duyduğunda aynı şekilde duygulanmaz, aynı şeyi düşünmez.

Duygulanma da düşünme de kişiye özeldir. 

Buradan keyfilik çıkmaz; çıksa çıksa, derinlik (duyu, duygu ve düşüncelerde katmanlılık ve farklılık) çıkar.

Bu yüzden herkesin sorumluluğu kişiseldir. Herkes, duygu, düşünce ve eylem durumuna göre hak ettiği karşılığı görecektir.

Kimi bakar, görmez; kimi duyar, işitmez; kimi dokunur, hissetmez; kimi okur (göz gezdirir), anlamaz; kimi de anlar ama gereğini yapmaz.

...

“Âdem ve eşine, “buraya yerleşin, istediğiniz her şeyden yiyin-için!, ama şu ağaca yaklaşmayın!.” denilmişti. (7/19.)

Yaklaşmayın! emri, tatmanın/tadın önlenmesidir. Âdem ve eşi Havvâ Vâlidemiz, ağacın meyvesini (elma, armut, kiraz, neyse) tadınca!, “yanlış yaptıklarını, kandırıldıklarını” anladılar, ayıplarını (çirkin/avret yerlerini = cinsiyetlerini) fark ettiler ve oraları cennet yaprakları ile örttüler, gizlediler. (7/22.) Şeytanın onları kandırması, “siz bu ağaçtan, onun meyvesinden yerseniz (= onun meyvesini tadarsanız), ebedî yaşarsınız ve iki melek olursunuz.” şeklinde idi. (2/20.)

Tadınca fark ettiler.

Halbuki Rableri onlara o ağacın yasak olduğunu öğretmiş, uyarmıştı; onlar o ağacın kötü bişey olduğunu ‘zihinsel olarak biliyorlardı’; ama onun hakikatini tatmadan bilemediler; Rablerine itimat etmediler, edemediler.

...

İnsanoğlu, bi çoook şeyin tadını merak eder ve tatmak ister. Her istek meşrû olsa, = insan, her istediğini yapmak (tatmak) istese, ortada bir “Kural Koyucu Rab” bulunmaz, ve sınama = deneme gerçekleşmez. Hâlbuki insanın kendi de dâhil her şeyin bir Rabbi, bir Yaratıcısı vardır ve kuralları (= yaşam biçimini = dini) O koyar. O’nun koyduğu kurallara (= dine) uymamak, O’na isyandır. Şeytan, kendi bilgisine güvenerek, O’nun emrine uymamış, kovulmuş ve hırsını = hıncını da insandan almıştı/r. İnsan da şeytana uyunca = şeytanın sözüne kanınca, hata yaptığını = suç işlediğini “anlamış” ve nefsime zulmettim diyerek pişman olmuş = tövbe etmiş; Rabbi de o tövbeyi = o pişmanlığı kabul etmişti/r.

Bir daha aynı hatayı yapmak = aynı günahı işlemek, Rabbi “önemsememek”! olmaz mı?!.

Rabbimiz yarattığı çoğu şeyi bizlere helâl = serbest kılmıştır; çok az şeyi de yasaklayarak bizleri denemektedir. Bizler, o yasak olan şeyleri merak ederek tatlarına bakmaya kalkarsak, pişman oluruz. Bize yasak kılınan şeylerde kendimize = keyfimize göre gerekçeler arayabilir = bulabiliriz, şeytan da aynısını yapmıştı, ama bulduğumuz gerekçeler bizi tongaya/tuzağa düşürebilir; kendimize, kendi bilgimize çok fazla güvenmememiz lâzım. Bir yasak konulmuşsa, o yasağı meşrûlaştıracak gerekçelere sığınmamamız lâzım; bizler bilmiyoruz, Rabbimiz biliyor; O’na güvenmemiz = O'na inanmamız lâzım. 

Domuz (içki, faiz/riba, rüşvet vb. şeyler) yasaklanmışsa, şunların bi tadına bakayım dememeliyiz; onların yanına bile yaklaşmamalıyız; bunların hepsi “yasak ağaçlar = yasak meyvelerdir.”!.

Bu ağaçların = meyvelerin yasak olduğunu bildiğimiz hâlde tadabiliyoruz; tadınca anlarız, anlayacağız!. Bilme ile anlamanın farkına işte o zaman varacağız.

Burada çoğu şeyi bildiğimizi ve anladığımızı sanıyoruz = yedim-içtim (= tattım) bişey olmadı, diyoruz ama sınavın sonucunu (faturayı) henüz görmedik, bilmiyoruz. Rabbimize inanmaktan = güvenmekten başka çaremiz yok; teorik bilgimiz = uydurduğumuz gerekçeler bizi yanıltabilir.

Aman dikkat!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK