YÖN, YÖNELİŞ ve TAVAF

Yön, kıble, istikâmet;

Yöneliş, kıbleye dönüş (yöneliş), istikâmeti doğru tutuş;

Tavaf, kıbleye yak(ın)laşarak Kâbe etrafında dönüş, tüm yönleri unutuştur!.

Kıble, Kâbe’dir. Kâbe’ye yaklaşmadan, yakınlaşmadan tavaf olmaz, tavaf yapılamaz, insanın buna gücü yetmez!. Kâbe’ye de herkes aynı oranda yaklaşamaz!. Ona en yakın olanlar, en yakın halkada bulunanlar “yanarlar”!; dış halkadakiler, yananlarla yanarlar, bu hâl en dış halkaya (bize) kadar devam eder ama ateş küllenir. 

Bizler de uzaktan ‘yanarız’! ama bizim ateşimiz bizi yakmaz; yanmak için ateşe yakın olmak şarttır.

...

Bizler, başka ateşlerin etrafında “sinsin” oynuyor, dönüyoruz!. (Sinsin, bizim Şamanizm’den kalma davullu-zurnalı ata oyunumuz. Bu oyunu oynayanlar, kendilerini ateşten değil, etrafındaki insanlardan korurlar.)

Bizler, ateşe hep uzaktan bakmaya, yakınlaşmamaya (= Hacı olmamaya) alıştık; Hacı olanlarımız da, dönüyo-dolaşıyo, “yanmadan”! gerigeliyo. Mûsâ (a.s.), ateşi görünce yaklaşmış, yakınlaşmış ve Ona Orada “yakınlaşılmış, Onunla konuşulmuştu.”!.

...

Yanma, ısınma, ısı ve ışık yaymadır.

Isının ve ışığın kaynağı bulunmadan ısı ve ışık yayılamaz; sadece ısınmak için ateşe yaklaşanlar, gene soğurlar/üşürler. Kesintisiz ısı ve ışık kaynağı, mecazen Kâbe’dir, Kıbledir = Beytullah’tır. Yönümüz, yönelişimiz, kıblemiz (beş vakit = her ân) Oradır, O’dur. Orası O ışığın (ateşin) ilk yakıldığı yerdir; (O ateşi/ışığı, bugün devasa binalar, gökdelenler gizlemiş, örtmüştür!); bitürlü Oraya varıp, O ateşin/ışığın etrafında dönüp (tavaf edip), yanamıyor, bir mumluk dahi olsa bir ışık yakamıyor; üstelik yanan/yakılan ışıkları da söndürmek için uğraşıyoruz!...

...

Kıbleyi doğru tespit etmedeki hassasiyetimize ve namazlarımızda sürekli kıbleye dönüşümüze/yönelişimize biraz da anlamsal, hikemî bakalım; sadece mekânsal, düzlemsel, yüzeysel (coğrafî) bakmayalım da, madden Oraya yakınlaşamasak da ma’nen yakınlaşmanın yollarını arayıp-bulalım!.

“O (Kâbe), yeryüzünde ilk kurulan Evdir, mübarektir, âlemler için hidâyettir. İbrâhim’in Makamı Oradadır. Kim Oraya ‘girerse’! emîndir (güvendedir). Gücü yetenin O Evi ziyâret etmesi (haccetmesi) Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. (= farzdır). Kim nankörlük (küfr, kefera) ederse (bilsin ki!) Allah âlemlere (hiçbir varlığa) muhtaç değildir.” (3/96-97.)

...

Namazda yüzümüzü, yönümüzü Kâbe’ye (Beytullah’a); namaz bitince de Londra’ya, Washington’a, Roma’ya, Paris’e, Borsaya dönen bizlerin yanması (ısı ve ışık yayması) mümkün müdür?!.

“Bizim sadece küçük bir parçamız İslâm’a, diğer tüm parçalarımız kapitalizme, liberalizme, sekülarizme hizmet ediyor.” (Atasoy Müftüoğlu) ve bizler de kendimizi dini bütün insanlar (hacılar) addediyoruz!.

Not : Hümanist bilim (!), kendi başını, kendi kafasını (bilgisini) kıble edinir; onun kıblesi Kâbe değildir. Kâbe, sadece Müslümanların "ortak aklının ve Bir Tek İlâh'a ve Rabbe yönelişlerinin"! kıblesidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET