BORÇ ve VÂDE

Borç, Vâde ve Üç Tavır : İnkâr, Ödemiyorum, Ödeyemiyorum.

Borç : 1) Geri verilmek üzere birinden alınan eşya ya da para. 2) İnsanî, ahlâkî ve dinî bakımdan yapılması gereken vazife, iş. 

Vâde : Bir işin yapılması, bir borcun ödenmesi için birine verilen süre. Hayat söz konusu olunca da ecel; ona verilen hayat borcunun vâdesi dolmuş, o borcu o ya ödemiş ya da o hayat ondan (geri) alınmış.

İnsanî düzeyde işi yaptıran, yapana; borcu veren, ödeyene vâde/süre verir ama o işin, o borcun o vâdede ödeneceğinin hiçbir garantisi yoktur; kendisine iş ya da borç verilen de, o işi/o borcu o kişiye veren de bunu  bilmez/bilemez. Kimsenin yarına çıkacağının, yatınca/uyuyunca kalkacağının/uyanacağının bizce hiçbir garantisi yoktur.

Ama Allah-u A'lem İlâhî düzeyde işler böyle değildir; El-İlâh = Allah, birine bir görev/iş yapması için bir süre/vâde = hayat vermişse, o işin o kişi tarafından o sürede yapılıp-yapılmayacağını kesin olarak bilir (= kader); ayrıca o vâdenin sonuna kadar “beklemesine”! de gerek yoktur; vâde (sonu, kazâ) bizim içindir; O vâdeli/vâde ile iş yapmaz, O’nun zamanla bir işi olmaz, O mekândan münezzeh olduğu gibi zamandan da münezzehtir; O’nun vâde sonuna kadar “beklemesi = Halîm olması”, bizim menfeatimizedir; bu sürede borcumuzu inkâr etmişsek belki kabul eder; ödemiyorum! demişsek belki ödemeye başlarız diye...

İnananlar olarak bizler, bize verilen vâdenin ne zaman dolacağını bil(e)mediğimiz hâlde, hayat/kulluk borcumuzu geciktirebilir miyiz, yoksa bir ân önce ödemeye başlamamız mı icâbeder?!...

İnanmayanlar, ‘bana kimse vâdeli bir borç vermedi, dolayısıyla benim ödeyeceğim bir borç da yok’ diyebilir; bu bir tavırdır ama tutarsız/saçma bir tavır. Böyle söyleyen biri, sahip olduğu her şeyi kendinin elde ettiğini = yoktan yarattığını söylemiş olur.

Bir başka tavır, ‘borç aldım ama ödemiyorum’ tavrıdır; bu da borç verene kafa tutmadır, âdeta O’na, ‘alabiliyorsan (sıkıysa!) gel de al!.’ der gibi bir tavırdır.

Üçüncü tavır, ‘borçluyum, borcumun bilincindeyim, ödemeye de gayret ediyorum ama ödeyemeyeceğimi de biliyorum, çünkü öderken (ödemeye çalışırken) yine borç alıyorum, dolayısıyla, Sen bana acır/merhamet eder de bütün borçlarımı silmezsen ben bu borcu ödeyemem’ tavrıdır.

...

Soru şu : Ondan-bundan, bankalardan aldığımız borçları inkâr etmiyoruz, ödüyoruz, ödemeye gayret ediyoruz; en azından ve aynı şekilde  Rabbimize olan borcunuzu da ödüyor, ödemeye gayret ediyor muyuz? 

Yoksa biz O’ndan biborç almadık ki mi, diyoruz?!. Öyle diyorsak dinsiziz; çünkü dinin ‘deyn’ kökünden geldiği, anlamının da ‘borçluluk bilinci’ olduğu da söylenir; böyle bakarsak dindar adam, Rabbine borcunu ödemeye gayret eden adamdır.

‘Hep borç, hep borç; nereye gidersek borç; biz hiç rahat edemeyecek miyiz?’ der gibisiniz; korkmayın!, Rabbimiz ‘alacağına’! karşılık kapımıza haciz memurlarını (= meleklerini) göndermiyor, ümüğümüzü/imiğimizi sıkmıyor = bizi nefessiz bırakmıyor; istiyor ki “bilin” ve “teşekkür/şükr edin”, Ben size daha fazlasını veririm. Bilmeyi ve şükretmeyi de sadece aklınızla ve ağzınızla/sözle yapmayın; bildirin ve sevindirin!.

Zikri de böyle (robotlar ya da papağanlar gibi) yapmayın!, eyleme dökün, içinde yaşadığınız hayatın içine taşıyın, Beni sadece söylemlerinizle değil, eylemlerinizle de zikredin!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET