ÂQIBET

Âqıbet, son/sonuç demek. Neden, bilmiyorum ama beni Kitâb’ta ilk etkileyen ibare, “vel âqıbetü lil muttaqîn.” ibaresi olmuştu; her hâlde, sonumu merak ettiğimden. Din dışında, ne bilim ne felsefe, ‘bison’dan söz etmez/edemez; çünkü ellerinde son’a dair bir veri yoktur. Bilim ve felsefe, mevcut verilerden geriye doğru giderek, başlangıca dair teoriler geliştirirler ama sona dair bişeyler söyleyemezler.

Yaratıcı Rab dışında kimse sonu bilemez. Son, biten/sonlanan bişey değil; bişeyin sona ermesi ile yeni bişeyin başlamasıdır; âqıbet budur. Son, artık hiçbişeyin olmayacağı, her şeyin biteceği şey demek olursa, böyle bir son, “saçma” olur, (iyi ya da kötü) yapılan her şeyi = yaşanan hayatı anlamsız kılar.

Bu hayatın bir mutlu sonu, bir de mutsuz sonu bulunmalı ve hayat/lar da ebedî olmalı, hiiiç sonlanmamalı!...

Âqıbet, mutlu sona karşılık gelmeli; o da muttaqîlere mahsus/has kılınmalı.

Muttaqîler, taqvâ ile donanmış kişilerdir. 

Ötekiler, fitne-fucür, dalevera peşinden koşanlardır; onların âqıbeti kötü sonla; muttaqîlerin âqıbeti de mutlu sonla bitmeli ve öyle devam etmeli, (hiiiç sonlanmamalı)...

Akıllı adam, böyle bir âqıbete hazırlanmalı!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET