RİVÂYET ve DİRÂYET

Biz bu iki kavramı tefsir türleri olarak biliriz. Rivâyet tefsir/ler/i ve Dirâyet tefsir/ler/i. Rivâyet tefsirleri, Kur'ân’ı selefin (Efendimizin, ashabının ve onlara tâbî olanların) nasıl anladığına (tefsir ettiğine) dair bize gelen haberleri toplarlar; dirâyet tefsirleri, tefsiri yapan(lar)ın kendi birikimini, anlayışını ve kavrayışını yansıtırlar. İlki, geçmişin; ikincisi, bugünün ürünüdürler. Dirâyet tefsirleri, aradaki zaman boşluğunu doldurabildiği oranda “başarılı” olurlar. Dirâyet tefsirlerinin tefsir ettiği Metin (= Mushaf) ile rivâyet tefsirlerinin tefsir ettiği Metin (= Mushaf), aynı Metin’dir, (= aynı Mushaf’tır). Dirâyet tefsirleri, bugünden düne gitmeye çalışırlarken, rivâyet tefsirleri dünden bügüne konuşur, dünde kalırlar. Etkili bir dirâyet tefsiri, düne giden/gidebilen ve dünü bugüne getirebilen, bugünle dünün bağını/bağlantısını kurabilen tefsirdir; böyle bir tefsir de ancak te’ville mümkündür. Te’vil, dünün bugüne; bugünün düne ve yarına yolculuğudur. Te’vil, eve, evvele (= evden/şimdiden evvele) gitme; evvelden eve gelme demektir. Te’vil, Metni (= Mushaf’ı) ta’bir eder. 

Rü’yaların ta’biri gibi. 

İranlı düşünür Abdülkerim Suruş, ‘Kur'ân’ın Efendimizin rü’yası’ olduğunu söyler. (Bknz. Nebevî Rüyaların Râvisi Hz. Muhammed. I-II. Mânâ Yayınları. II. Cilt, ilk cilde yapılan eleştirileri içeriyor.) Rü’ya ile re’y aynı köktür ve rü’ya, illâ ki uykuda görülen bişey değildir. Kur'ân “elem tera” derken, rü’yanda gördün mü?! dememektedir; tera, rea’nın muzari/geniş zamanı; rü’ya, rea’nın isim formu; rü’ya (ve re’y), görme ve görüş deme/k. Kur'ân, Efendimizin “görüşü/görmesi”!; bu “görüş”!, bizim bildiğimiz keyfî bir görüş değil, kalbî bir görüş, Rabbimizin istediği (= vahyettiği) “bir görüş”... Efendimiz Onu (= Onu getireni) çook kez görmüştü. (Bknz. Necm, 1-18.)

Ta’bir, yorumdur, te’vildir; tefsir ise aktarım ve açıklamadır. Aktarım ve açıklama, zaman sınırını aşmakta zorlanır; dilin o ânki, o şartlardaki anlamına bağlı kalmaya özen gösterir; te’vil (= ta’bir, yorum), zamanın dildeki ve hâldeki değişimini dikkate alarak Metne (= Mushaf’a) yaklaşır; ama aslâ Metni (= Mushaf’ı) değiştirmez, bunu istese de yapamaz; zaten Metin (= Mushaf) “şeklen” korunmuştur, bir harfi bile değiştirilemez.

...

Dirâyetimiz artmazsa, Kur'ân’ı günümüze = hayatımıza taşıyamayız ve Kur'ân’ın önceden plağa yüklenmiş veya kütüphanelere depolanmış kayıtlarını (= anlam ve açıklamalarını) dinlemeye ve okumaya devam ederiz.

Ya plak bozulur veya kütüphaneler yanarsa!.

Dikkat! : Son sözlerim, Kur'ân’ın orijinal Metnine (= Mushaf’a) değil, tefsirlerine yöneliktir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM