SABIR

Sabır : Bize içerden ve dışardan zarar veren (= verdiğini düşündüğümüz) musibetler (= kötülükler) karşısında metânetli olmak, direnmek.

İçerden gelen musibetler (= kötülükler), nefsin süflî arzuları, iştahları (iştihâları) ve hastalıklar; dışardan gelen musibetler (= kötülükler) de diğer insanların bize yaptıkları/yaşattıkları, doğal âfet veya felâketler. Aslından ikisi birbirinden tam olarak bağımsız değil.

İçerden gelen musibetlere (= kötülüklere) sabrın örneğini Hz. Eyyûb (a.s.)’da; dışarıdan gelen musibetlere (= kötülüklere) sabrın örneğini de Hz. Yusuf (a.s.)’da görüyoruz. 

Hz. Eyyûb (a.s.)’ı müzmin/çekilmez bir hastalık sarmıştı, her yeri yara-bere idi, hanımı ile de arası iyi değildi; O, Rabbine şöyle yalvarmıştı : "Ya Rabbi!, şeytan bana bir dert (nasab) ve azap dokundurdu...." (Bknz. 38/41-44.)

Hz. Yusuf (a.s) da, kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştı... Mısır’ın “hazine veziri” olduğunda kardeşleri, Kenan’da kıtlık çeken ailesi için Mısır’a erzak almaya geldiğinde onlara : “bugün size hatanız, ayıplarınız yüzünüze vurulmayacak!. Sizi Allah bağışlasın... = lâ tesrîbe aleyküm-ül yevm...” demişti. (12/92.)

Baba Yâkub (a.s)’a, Onun çektiği acılara ve sabra da değinmek gerekiyor. O, Yûsuf’unu o kadar düşünmüştü ki, Yûsuf, kardeşleriyle son görüşmesinde gömleğini babasına gönderdiğinde, “Yûsuf’umun kokusunu alıyorum!. = innî leecidu rîha Yûsuf...” demişti. (12/94.)

Rîyh (= râyiha/koku ve rüzgâr), rûh ile aynı kök. Böyle kokuları ruhu “canlı/diri”! burun alır; bu ruh, görülmeyeni görür; duyulmayanı duyar; koklanıl(a)mayanı koklar... o (= canlı/diri ruh), bütün duyuları akıl ve idrak hâline dönüştürür, sabreder, isyan etmez.

“Mevlâ görelim neyler; neylerse güzel eyler.”

Sabır, güçsüz kulun, Güçlü Olan Rabbinin Gücüne güvenmesi ve O’nun vereceği hükme razı olarak beklemesi; güçlenince (O, ona güç verince) de O’nun Emrine göre hareket etmesidir.

‘Acele yapılan işe şeytan karışır.’ Sabır, aynı zamanda bir işe (davranışa) kalkışmadan önce iyice düşünüp-taşınmadır.

Akıllı adam, sabreder; bilir ki hiçbir şey karşılıksız kalmaz.

‘Öfke ile kalkan, zararla oturur.’

Öfke hâlindeki sekînet (= sükûnet), sabırdır.

“Sabredenleri müjdele!. = ve beşşir’is sâbirîn.” (2/155 ve daha bir çok âyet.)

Adâletsizliklerin (= haksızlıkların) gırla gittiği/gezdiği bu zulüm çağında, en büyük silahımız sabrımız.

“Ey İman edenler!. Sabır ve namazla yardım dilenin. Kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir. = Yâ Eyyühellezîne âmenû’s teînû bis sabri ves salâh; inneAllah’e mea’s sâbirîn.” (2/153.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET