SABIR ve ÖNYARGI

Sabır da önyargı da kararlılıktır. Pekiî aradaki fark nedir?!. Sağlam bilgidir. Sağlam bilgi nedir?!. İmandır, inançtır. İman, inanç da bir önyargı olabilir mi?!. Eğer, iman veya inanç kesin/sağlam bilgi ile güçlendirilmezse olabilir. Önyargıda, bilgi tazelenmez, önyargı, yeni bilgilere açık değildir; iman ise, sürekli yeni bilgilere açıktır. İman, yeni bilgiden korkmaz; önyargı korkar; yeni bilgi, imanı güçlendirir, tahkim eder. İman, bilgide istikrar ve tutarlılıktır. Yeni bilgi, imanı sarsıyorsa, o iman yenilenmelidir.

Bu, bilgiyi imandan daha güçlü ve değerli kılmaz mı?!. Hayır. İman, tüm bilgilerin sonucunda bizde oluşan kanaattir = itmi’nândır = karardır. Bilgi, kişiyi imana (= karara, kararlılığa, güvene) hazırlar. İmana varmayan bilgide şüphe oluşur. Önyargı da bir “imandır” ama o “iman”, kapalı ve zırha bürünmüş bir imandır, gelişmeye (= büyümeye, kemâle) açık değildir; küçücük zayıf bir noktadan (delikten) saldırıya uğrayınca, tuzla-buz olur...

Sabr, sabredeni kapatmaz; aksine ilâhî destek/yardım için onu yeni arayışlara sevk eder. Önyargı, kişiyi yeni arayışlardan mahrum eder. Böyle bir duruma hiçbir insan uzun süre katlanamaz; bu, insanı mahveder.

Sabr, kişinin yeni bilgilere ve durumlara açık olması ve onları “tutarlı bir iç bütünlük” içerisinde sistemleştirebilmesidir. Bu da “Kendi içinde çelişmeyen bir Tanrı’ya” imanla/inanmakla = “Lâ ilâhe illâ-l Allah” demekle mümkündür. Böyle bir Tanrı’yı (= İlâh’ı) hiçbir bilgi (ve hiçbir olay) devre dışı veya âtıl bırakamaz. Böyle bir Tanrı’ya inanmak, bizim için “sonuçtur”; bu sonuç, kişiye kararlılık, istikrar ve istikâmet kazandırır. “İhdinâ’s Sırât-al Müsteqîm.” (1/6.)

Yine de bu istikâmetin doğruluğundan emîn (güvende/imanda) olmak ‘kesin olarak’ mümkün değildir; her zaman çeliciler (= saptırıcılar, sapıklar) olur, olacaktır ve bize vesveseler verecektirtir. Bu vesveseleri, önceki bilgilerimizle (= kanaatlerimizle) ve bize İndirilen Bilgilerle (= Vahiy ile) test ederek bertaraf edebiliriz. Bu B/bilgiler, bizim fıtratımızda (= vicdanımızda) bir tutarlılık arz ediyorsa, doğru yoldayız, demektir.

Böyle tutarlı bir İlâh, bizim fıtratımıza (= vicdanımıza) konuşur ve bizde bir güven (= emn/emniyet, iman) oluşturur; bu, O’nun bize inâyetidir. Bu inâyete kapalı olmak, O'nu, o inâyeti yok saymak da önyargıdır.

İlâhî inâyetle desteklenmiş kişi, kesin kararlı (= ulül azm) bir şekilde doğru bildiği yolda (= Sırât-ı Müsteqîm’de) yürür; şeytanlar (tağutlar, putlar) onu yolundan saptıramaz.

Böyle bir karara vardıktan (= böyle bir imana ulaştıktan) sonra, Öyle Bir Allah’a (= İlâh’a) tevekkül et!./mek gerekir. “feizâ azemte fetevekkel alâllah...” (3/159.)

Ulül Azm Elçilere (= Hz. Nuh. Hz. İbrâhim. Hz. Mûsâ. Hz. İsâ. Hz. Muhammed) Selâm olsun; Onlar bize sabırla önyargının farkını da öğrettiler.

“Sırat-allezîne em’amte aleyhim; gayr-il mağdûbi aleyhim ve leddâllîn.” (1/7.)

“Kim Allah’a ve Rasule itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği, Nebîler, Sıddîklar, Şehîdler (=Şâhitler) ve Sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!.” (4/69.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET