TERCÜME veya TERCEME

Kelimenin kökünün recm olduğunu düşünüyorum.

Recm. Tercüme. Mütercim/Tercüman. 

 رجم / ترجم / مترجم / ترجمان

Tercüme, bir dilden başka bir dile çeviridir. Neyin çevirisi?!. Anlamın. Aslında anlam, çevrilirken hem orijinal anlam çağırılır hem de kovulur; çoğu zaman orijinal anlamdan uzaklaşılır.

En iyi mütercim (= tercüman), bize kendisinin anladığı anlamı aktarır. Mütercimlerin (= tercümanların) “yeminli” olması bu yüzdendir.

Tercümelerin çokluğu ve hermeneutik (= yorum), anlamı çoğalttı, yeni anlamlar oluşturdu. Bu da (= yorumların çokluğu da) bizleri yordu. Herkes, kendi içinde bulunduğu şartlar ve imkânlar (= ihtiyaçlar ve kültür) çerçevesinde söylenilen ve yazılanı (= mesajları) anladı ve ona göre yorumladı.

Bu, kutsal metinler için de böyle oldu. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında Kur'ân tercümelerinin yapılmasındaki tereddüt (Âkif’in meal yapmayı reddetmesi ve yaptığı meali yakması) anlamın kayba (tahrifata) uğraması endişesindendi.

Şimdilerde, kimsede böyle bir endişe kalmadı; meal patlaması (enflasyonu) yaşanıyor.

...

Ne yapalım, tercümelerdeki ‘anlam kaymalarını’ nasıl aşalım?!.

Önce, bi ‘eûzu-Besmele’ çekelim, ki bu, aynı zamanda bir yemin ve iyi niyet beyanıdır.

Sonra, kendi düzeyimizi (= neye, ne kadar ihtiyacımızın olduğunu) bilelim; ‘ihtiyacımızı karşılayacak kadar = bildiğimizi/anladığımızı yaşayacak kadar’ bilgi edinelim; bilginin ticaretini yapmayalım = onu alıp-satmayalım. 

(Buradaki niyetimin anlaşılması için, meseleyi daha açık ve somut hâle getirmem gerekiyor. Bilgi, artık çook stratejik bir ‘ekmek kapısı’ oldu. Artık çok çalışan çok kazanmıyor. Stratejik (ve yönetsel) bilgiye sahipseniz (ve kurnazsanız), çok çalışan insanların sırtından çoook kazanıyorsunuz.

Herkes, ‘ekmekten’ (= ekmek kazanmaktan) aynı şeyi anlamıyor ve artık ekmek âdil (= eşit) bir şekilde paylaşılmıyor. Bu, normal (= âdil); ama bunun yansımaları anormal (= haksız). Çook ekmek kazanan, istisnâları hariç, bir başkasını sömürerek ve yatarak kazanırken; çook çalışan az kazanıyor, sömürülüyor; ve, sömüren, sömüreni düşman; sömürüleni köle (değersiz, cahil, kıro vb.) olarak görüyor; ve, çook kazanan, kazandığını dağıtmıyor, biriktiriyor, kendi malı olarak görüyor.

Bu, bilgi için de böyle. Bilgi paylaşımı, mevcut sistemin (= düzenin) tahkimi (= güçlendirilmesi) için yapılıyor. Okullar (= ekoller) bunun için kuruluyor (= açılıyor); kültür-sanat-edebiyat, film, medya, vb. her şey buna hizmet ediyor.)

Bu uzun parantezden sonra, yapmamız gereken üçüncü şey : nerede durduğumuzu, kim olduğumuzu ve ne yaptığımızı (= kime hizmet ettiğimizi = kime kulluk ettiğimizi) bilmektir. Bu, anlamada çook etkili!. Hizmet ettiğimiz adamın huyunu-suyunu biliyorsak, o bize, ‘leb demeden leblebi’ diyeceğini biliyor/anlıyoruz.

...

Konu uzun, bu konuda çook şey söylenebilir, özetliyorum. 

Bir tercüme yapılırken veya yapılmış bir tercüme okunup-anlaşılırken çook dikkatli olunmalı ve sözün/metnin kime hizmet ettiğine bakılmalı; her söz (= her metin) birilerine hizmet ediyor = birilerini kovarken, birileri de çağırıyor, davet ediyordur.

Sadece Kur'ân ve Elçiler, bizi Allah’a = Hakk’a (= Hakikate = Adâlete) davet ediyor, çağırıyor; Onun (= Onların) başka bir hesabı yok. O Elçiler, “lâ ecriye illâ alellah = Bizim ecrimizi (= ücretimizi) Allah verecek.” diyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET