SINIR

Bedenimin sınırlarını derim belirler; derimdeki delikler de (= göz, kulak, burun, vs.), diğerlerinin (= dış dünyanın) sınırlarını fark eder...

Dış dünya hem sınırlı hem sınırsızdır; aynen benim gibi. Ben (= benim gibi her insan), dış dünyanın özüdür = Kâinât, büyük insan; insan, küçük kâinâttır. İnsanda, kainattaki her şey (öz olarak) vardır. Su, toprak, ateş ve hava.

Ben, kendi sınırlarımı da, başkalarının sınırlarını da bilirim. Derimle (= elimle) diğerlerinin sınırlarına dokunur; gözümle görür; burnumla koklar; kulağımla duyarım. 

Zihnimle de fark eder/bilirim; zihnime ve hayalime sınır çizemem.

Sınırlar, fizikîdir. Şeyleri de bizi de madden bu sınırlar oluşturur. Bunlar şekildir, biçimdir. Öz (= mâ’nâ), sınır tanımaz. Maddî sınırlarımız arasında hava vardır; hava görünmez, hissedilir, içe çekilir, dışa verilir... 

Eşya (= şeyler), bitkiler ve hayvanların da sınırları vardır. Çoğu eşya, bitki ve hayvan bizden (fizîken/madden) büyüktür. Bitkiler, sınırlarını aşamazlar; hayvanlar, sınır boylarında gezerler; insanların büyük kısmı, hayvanlar gibidir, çok azı da tanımak ya da tecavüz etmek için hem kendi hem de ötekilerin sınırlarının içine nüfûz edbilir...

Mülkiyet, “görece” sahiplenme, şeyleri benimsemedir; toplumsal mülkiyet, ülke sınırları ile belirlenir. Gerçekte kişilerin de toplumların da (= devletlerin de; devlet, bir toplumsal organizasyondur.) mülkiyeti sahici değildir; çünkü onlar, sahiplendikleri şeylerin gerçek hâkimi değillerdir ya da onları kötüye kullanarak düzeni bozarlar. Şeylerin iç-yüzlerine (= hakikatlerine = varlık nedenlerine) nüfuz olmazsa şeyler, kişilere sahip olur; olursa, kişiler, şeylere değil şeylerin ve âlemlerin Rabbine kul olur...

Kendinin ve şeylerin sınırlarını fark edemeyenler, varlığın iç-yüzüne (= eşyanın hakikatine) vâkıf olamayanlar, varlığı da varlığın Rabbini de tanıyamazlar. Efendimiz : “Ya Rabbî! Bana eşyanın hakikatini (= eşyayı olduğu gibi) öğret.” diye duâ edermiş!.

...

“Kesinlikte insin ve cinnin (= insanlar ve cinlerin) çoğu cehennemliktir. Onların gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar; kalpleri (akılları) vardır, anlamazlar; onlar hayvanlar gibidir, belki de daha âdî, daha aşağı. İşte gâfil olanlar bunlardır.” (gaflet budur!.) (7/A’raf, 179.)

Şeylerde işaretler = âyetler vardır; onları varlık nedenlerine, yaratılışlarına uygun kullanmazsak, ya da tecâvüz için! (vaa’z edilen evrensel düzeni = dini bozmak için) kullanırsak, bu düzeni inşâ eden/kuran (= ve vedaa-l mîzân) Rabbimizi bulamayız/tanıyamayız ve varlığın (ve de bizim) niçin var edildiği/miz/i anlayamayız!.

İmansızlık, şeylere tecâvüzdür; çünkü şeyleri, onları var Eden’in istediği gibi kullanmama, istismar etme, keyfî sahiplenmedir. Din, ‘hududulllahtır’, neyi nasıl kullanacağımızın bilgisi ve Allah’ın koyduğu sınırlara riâyet, itaattir. Sınırları fark edemeyen, sınırlara, hududullaha tecâvüz eder.

Herkes sınırını bilmeli; sınırını genişletmişse, başka sınırlara tecâvüz etmemeli!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET