ANLAMA SORUNU

Birbirimizi ve tarihimizi (= tarihî metinleri) anlayamıyoruz; boşa konuşuyor,  boşa yazıyoruz. Yazının anlaşılması, konuşmanın anlaşılmasına göre daha zordur. Yazı ile aramıza “mesafe” girer; yazar, “muhayyel bir kitle” ile konuşur. Konuşmada, muhatap karşımızdadır; konuşanla konuşulan aynı ortamı paylaşır.

Anlamada, ortam ve bağlam çook önemli, olmazsa olmazdır. Ortamdan kastım, fizikî (coğrafî) ve kültürel ortamdır; buna anlayış düzeyi de dahildir. Bağlam, konuşmanın (veya yazmanın) konusu, (= neyi konu edindiği) geçmişi ve konuşmaya bişekilde dahil olanlardır.

Doktorada, iletişim modelleri üzerinde bazı okumalar yapmıştım. Bir çook iletişim modeli var, beni en çok cezbeden model, Dell Hymes’in SPEAKİNG modeliydi. Hymes, iletişime, kim/ler, nerede, ne zaman, ne şekilde, nasıl bir ortamda, nasıl bir pozisyonda, ne amaçla = niçin, hangi araçları kullanarak katılıyorlar, sorularını sorar ve anlamayı bütün bunların sonucunda oluşan bir “hâsıla” olarak görür. Ben, bütün bunları ‘ortam ve bağlam’ şeklinde özetleyebilirim.

Konuşmada ortam ve bağlam ortaktık. Konuşma yüz yüze ise, konuşanlar büyük oranda aynı fizikî ve kültürel ortamı paylaşırlar; birbirlerinin jest ve mimiklerinden yararlanırlar; yüz ifadelerini (duygularını) okurlar. Sözlerinde vurguyu, ironiyi, îmâyı kolay ve rahat kullanabilirler...

Söz söyleme = konuşma ve yazma = yazı, “her türlü amaç” için kullanılabilir. Eğlenme, eğlendirme, doğru veya yanlış yönlendirme, bilgilendirme, vs...

...

Bu kısa girişten sonra esas derdime, Kur'ân’ın anlaşılması meselesine geleyim.

Kur'ân, indiği ortamda yazı değil, sözdü; kitap değil, hitaptı. Her ne kadar Bakara 2. âyet “zélike-l Kitâb” dese de, oradaki kitap, hitap anlamındadır. Çünkü, henüz bizim anladığımız anlamda ortada (yazılı) bir kitap yoktu/r. Kitâb = Mushaf = Yazılı Metin hâline gelmesi sonradır. Zélike, (müzekker) işaret zamiridir, zamirin müennesi, tilke’dir; “zélike-l Kitâb”, bu/şu Kitâb, demektir. Ortada henüz gösterebileceğimiz (yazılı) bir kitap yoktur. İnen “Kitâb” (= Söylenen Söz), canlı-kanlı yaşanan hayatın içine inmekte; yaşanan hayatın sorunlarını çözmektedir.

Pekiî niye Kitâb deniyor?!.

Arada Elçi (Cebrâil ve Hz. Muhammed) vardır da ondan. Sözde (= Hitâb’ta) arada kimse olmaz. Allah, hiçbir kulla doğrudan konuşmaz. Şûra Sûresi 51. âyette bu konu izah edilir. İnsanlarla konuşan Allah; Allah, o insanların içinde bulunduğu hayatın her türlü şerâitini (= şartlarını ve imkânlarını) biliyor, bilerek konuşuyor ve bu konuşmayı da onlar gayet net anlıyorlar.

Bugün, “O Konuşma” ile bizim aramıza mesafe = yazı girdi ve Yazı (= Metin), bizim anlamamızı zorlaştırdı. Bunu (= bu mesafeyi) nasıl aşarız da Bu Kitâb, bugün bizim de hayatımızı yönlendirir?!. Bunun için Kitâb’ın indiği ortamı = o gün yaşanan hayatı = değişen ve değişmeyen sünneti ve de Kitab’ın iniş/indiriliş amacını ve O Kitâb’ın bütünlüğünün bağlamını, tabiî mümkünse her âyetin bağlamını (= nüzül sebebini ki, çook az âyetin nüzül sebebini bilebiliyoruz) bilmemiz gerekir.

Kitab’ın iniş/indiriliş amacı ve bütünlüğünün bağlamı nedir?!.

Kitab’ın iniş/indiriliş amacı, tüm insanları doğru istikamete (= sırat-ı musteqîme) sevktir. Bütünsel bağlam da, o gün (bugün) yaşanan hayat ve o hayatın fiilî gerçekleridir. Arap, çöl toplumdaki ticarî ve siyasî hayatın sosyal etkileri. Kölelik ve cariyelik, erkeklerin egemen olduğu toplumsal yapı, kabile dayanışması, çok kadınla evlilik, şirk = birbiriyle kavga eden ilâhlar = putlar = toplumsal = sosyal bütünlüğün kaybolması, kabile (kan davası ve ficar gibi) savaşları... bütün bu sorunlar, Tek Allah’a kullukla çözülür, “Lâ ilâhe illâ-l Allah” deyin, kurtulun!.

...

O gün O Hitab = Kitâb, onlara o kadar sıcak, o kadar yakın, samimî ve içten hitap ediyordu ki, onları yerelden evrensele taşıyor, taşıyabiliyordu. İyi bildikleri deveden bahsediyordu, diri diri öldürülen kızlardan söz ediyordu, onların sosyal ve siyasal tarihinde canlı olan Âd’dan Semûd’dan, İbrâhim’den İsmâil’den, Fil hâdisesinden, Îlaf’tan, kurbandan, ... göklerin ve yerin yaratılışına, oradan âhiret (cennet-cehennem) hayatına, hesap-kitaba kadar... 

Bugün biz, onların yaşadıkları hayatları bugüne, günümüze taşıyamayız; öyle bir hayatı yaşayamayız = bugün yaşadığımız hayatı da o hayat yapamayız. Ne yapabiliriz?!. Bugün yaşadığımız hayatları “doğru istikamete” (= sırat-ı musteqîme) sevk edebiliriz. Allah, bugün bizimle de Kitâb’ı (= Hitâb’ı) ile “canlı”! konuşu(yo)r diyebiliriz. Kitâb’ta o gün yaşayan yerel ve reel hayatı, ilkeler bazında bugünkü kendi yerelimize ve reelimize (= sorunlarımıza) adapte edebiliriz.

Nasıl?!.

Nasıllığı üzerine ayrı bir yazı yazmalıyım ve bunun için de biraz daha derin düşünmeliyim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET