İNANMA ve ANLAMA

İnanma ve anlama; arada bilme var; en sonunda da yine inanma...

İlk inanma, kabulü içerir; her kabul bilmeyi ve anlamayı gerektirmez; bilmeden, anlamadan da bişey (bir fikir) kabul edilebilir.

Kabule merak eşlik ederse, kabul edilen şeyin (fikrin) doğruluğuna dair içimizde bir “sezgi” oluşur; bu sezgi de araştırma arzusuna dönüşür ve bilgi = bilme yoluna gireriz. Bilgi de bizi o şeyi (fikri, konuyu) anlamaya sevk eder. En zor olan kısım burasıdır = Anlama işi çook zor bir iştir; anlama olmadan tam teslimiyet (islam) ve tam güven (iman) olmaz.

Tam anlama da tam teslimiyet de tam iman da insanın tek başına üstesinden gelemeyeceği çook zor işlerdir; bu konularda ilâhî inayet = yardım şarttır. Bu da, iyi niyet (= temiz kalplilik) ve samimiyetle (= ihlâsla) mümkündür.

Modern psikoloji anlamayı, ön bilgi = sezgi, algı ve tam algı şeklinde üçe ayırır. Ön bilgide arzu, iştah uyanır; algıda bilme yönelimi oluşur; tam algı = Tam bilme anlamadır ama aslında hiçbir şey tam algılanamaz = bilinemez, tam algılanıldığına = bilindiğine “İNANILIR.”!.

İşte bu inanma, bizi şeylerdeki mükemmeliyete; oradan da onları Yaratan’a götürür. 

Yaratan’a inanma, hem şeyleri doğru (= yerli yerinde) kullanmayı hem de onları Yaratan’ın emirlerine uymayı = teslim olmayı (= islâm olmayı), O’na güvenmeyi (= imanı) beraberinde getirir.

Şöyle bir cümle de kurabiliriz sanırım : İlk inanma değil ama son inanma, anlamadır; Allah-u A'lem, makbul olan inanma, anlamalı inanmadır; ilk inanma taklittir; ilk inanmadan son inanmaya bizi bilgi götürür; bilinmeyen şey anlaşılmaz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET