KENDİ...

Üç noktanın olduğu yere bir çok harf ve kelime gelir. Kendi/m, kendi/n, kendi/lik; kendi kendine, kendi olmak, kendi kendine kalmak, kendine gelmek, kendi kendini yemek, kendi kendine konuşmak, ...

Kendi, hem kişinin kendi/zâtî özüne = öz varlığına kendisinin, hem de bir başkasının işaret edebildiği, özne de nesne de olabilen bir ‘zamir’. ‘Kendi olmak’ dendiğinde, olan da olunan da kişinin kendisidir.

‘Olmak’ (= Kâne, Kâinât, Kün!.) fiili, bütün fiillerin babasıdır. Görmek fiilinde, gözün görüyor olması; düşünmek fiilinde, aklın çalışıyor olması; yaşamak fiilinde, canın/ruhun bedende olması, vs. vardır.

Kendi kelimesinin Arapça karşılığı nefstir; zât da kullanılır ama zât daha çok kendini bilen kişi içindir. Nefsin de iki tür kullanımı vardır : 1) Nefsini = kendini, kendinden bilen, kendi kendini var ettiğini düşünen (existansiyalist). 2) Nefsini = kendini, bi başkasından bilen = var edildiğine (yaratıldığına, bir yaratıcının varlığına) inanan. Bir (1)’den iki (2)’ye geçmeden zât olunamaz; kişi, kendinin bilincine varamaz, kendini bilemez. Kendini bilme, Rabbini bilmedir. (men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu.) Buradaki bilme, irfandır. (arefedir.). Bir (1)’den iki (2)’ye geçene kadar kişi biçook şeyi bilir ama Rabbini bilemez; ne zaman Rabbini bilmeye başlar, o zaman kendini bilmeye başlar; kendini bilmeye başlayınca da Rabbini bilmeye (= kendi olmaya) başlar...

Bu nasıl olur?!. Kişinin kendi (nefsi) üzerindeki perdeleri yırtarak, içe/içine, özüne doğru yolculuk yaparak. Kendinin arkeolojik kazısını yaparak. Kendi kendini hesaba çekerek. Geçmişini hatırlayarak. Neydim, nereden, nerelerden geldim, ne oldum, ne olacağım? diyerek.

Kitâb bize “ilk geçmişimizi” hatırlatır. Nedir o? Bizim tek başımıza bilemeyeceğimiz, ancak Rabbimizin bildirmesi ile bilebileceğimiz = hatırlayabileceğimiz “ilk hâlimiz”!. 7/A’raf 172, “Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından (zahr, sulblerinden) zürriyetlerini aldı ve buna kendilerini tanık = şahit kıldı, onlara : Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dedi; biz de “Sensin. Şahidiz” dedik...” Buradaki tanıklık/şahitlik = “ve eşhedehüm alâ enfüsihim.” ve “kâlû : belâ, şehidnâ” ifadeleri, herkesin kendine = kendi kendine şahitliği = tanıklığıdır.

Kendini bilmeyen, kendine (kendi kendine) tanıklık = şahitlik edemez.

‘Ben bu şahitliği = tanıklığı hatırlamıyorum.’ diyorsak, kendimizi bilmiyoruz = kendimizde değiliz, demektir.

Aynı sûrenin son iki âyeti (205-206, secde âyetidir), “vezkür rabbeke fî nefsike” der. Buradaki “fî nefsike” ifadesine, ‘içinden, özünden, kendi kendine’ anlamları verilir. “fî nefsike” ifadesinden sonra gelen üç sıfat = özellik, (tedarruan = yalvararak ve hîfeten = korkarak, endişe ederek ve dûnel cehr = gizli gizli), içinden’i saf dışı bırakır; geriye kaldı, özünden ve kendi kendine...

Kişinin kendi olması, özünü bulmasıdır. 

Şeytan, ‘benim özüm ateş, ben ondan (topraktan, Âdem’den) üstünüm.’, dediği için kovulmuştu/r.

Âdem de (bizler de), bu toprak bedenimizi üstün görürsek, --- ki bu beden bu dünyaya aittir, bu dünya yaşamı içindir ---; kovuluruz!; özümüz toprak değil, ilâhî nefestir.

İlâhî nefesle bağını kuramayan, nefsini birinci (1.) hâlden kurtaramaz, kendi olamaz; ikinci (2.) hâle geçiş, ilâhî nefesin farkına varmakla ve Onun izini sürmekle mümkün olur.

Kendi olmak, O’nu bulmakla olur. 

“ve lâ tedu’ meallahi ilâhen âhar, lâ ilâhe illâ Hû, küllü şeyin hèlikün illâ veche...” O’nun dışında başka bir ilâh çağırmayın!. (= ilâha yalvarmayın, duâ etmeyin!.), O’ndan başka ilâh yok, O’nun Vechi (= O) dışında her şey helâk (yok) olacak...” (28/88.)

O’nsuz = O bulunmadan olunan her şey, yok olacak; buna kendilik de dahil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET